Sınırsız parasal genişlemenin etkisi

FED’in parasal genişlemeye aşamalı olarak son vereceğini açıkladığı bir dönemde, Avrupa Merkez Bankası ve İngiltere Merkez Bankası para musluklarını açık tutmaya devam edeceklerini ilan etti.

Parasal genişlemenin, ekonomide yaşanan sorunların çözümüne ne kadar katkı sağladığı teoride uzun zamandan bu yana tartışılan bir konudur. Tartışma Başkan Nixon’un 1971 yılında doların altına bağımlılığını kaldırmasıyla başladı. O günlerde yaşanmakta olan petrol krizinin etkisiyle alınan bu karar FED’in istediği kadar para basabilmesinin önünü açtı. Ardından, 1980’li yıllarda Atlantik’in bir kıyısında Reagan diğer kıyısında Thatcher finansal piyasalardaki düzenlemeleri gevşetti. Sektör için 1990’ların ortasından sonra ülkeler arası sınırlar kalktı. Dünyada hızla yeni finansal ürünler devreye girdi. Sektörün kârlılığı reel sektörün kat kat üstüne çıktı. Böylelikle para ve sermaye piyasaları hızla büyümeye başladı. 1980’de dünya hasılası 10 trilyon dolar, küresel finansal aktiflerin toplamı 12 trilyon dolardı. 2012’de bu rakamlar, sırasıyla 55 trilyon dolar ve 200 trilyon dolar oldu. Yani 5.5 katlık hasıla büyümesine karşılık 20 katlık varlık büyümesine ulaşıldı. Kendi ülkesinde aşırı varlık fiyatı balonlarının oluşmasından kaçınmaya çalışan ve yüksek getiri peşindeki yatırımcılar, paralarını gelişmekte olan piyasalara yönlendirdiler. Anılan ülkelere gelen yıllık para trilyon doları aştı. İşlem hacimleri hızla büyüdü. Başta borsalar olmak üzere yatırımcıların ilgisini çekebilmek amacıyla, özellikle 90’lı yılların başlarından itibaren, yoğun bir iletişim politikası uygulandı. Artık cebinde parası olmayan işsizler bile ekonomideki gidişatı borsalara bakarak değerlendirir oldular. Bundan daha önemlisi sınırsız para akımlarına maruz kalan gelişme yolundaki ülkeler, yatırım yapmak için kaynağa olan yüksek gereksinimleri nedeniyle döviz girişlerini ve dolayısıyla kurları kontrol edemediler. Gereğinden fazla döviz girişi olan ekonomilerde yerel para değerlendi, ithalat ucuzladı, buna karşılık ihracat pahalılaştı. Sonuç ödemeler dengesi açıkları ve buna bağlı krizler oldu.

REEL SEKTÖRÜN DÖVİZ AÇIĞI BÜYÜYOR

Bu bağlamda Türkiye’nin sorunu sadece cari açık değil. 1989 yılında tarihi bir hata yapıldı. Kambiyo rejimi bir gecede tamamen liberalleştirildi. Böylelikle bir yandan makroekonomik dengeler bozulurken diğer yandan önce kamunun sonra özel sektörün dövizli borcu büyüdü. O yıllarda yüksek olan kamu açıkları, şirketlerin sermaye yetersizlikleri, sektörlerin dış rekabete dayanırlılıklarının olmaması gibi ekonominin altyapı sorunları çözülmeden açılan kapılardan giren döviz, sonradan krizlere neden oldu. 1994 ve 2001 krizinden sonra özellikle, kamu mali disiplini alanında doğru adımlar atıldı. Ancak sonrasında aşırı döviz girişlerine sınır getirmek yerine destek verildi. Böylelikle kamu yerine özel sektörün dışarıdan borçlanması hızla arttı.

2002 yılında 6.5 milyar dolar olan reel sektörün döviz yükümlülükleri ile varlıkları arasındaki fark bugün 152 milyar doları geçti. Diğer bir bakış açısıyla, son bir ayda yaklaşık 10 kuruş artan dolar kuru nedeniyle şirketlerin yükümlülükleri 15 milyar lira kadar büyüdü. Döviz geliri olmayan şirketlerin yöneticileri bu gelişmeyi dikkatle izliyorlar. Eğer kurlar kısa sürede tekrar aşağıya düşmezse önlerinde birkaç seçenek var. Ya bu artışı satış fiyatlarına yansıtacaklar. Ki rekabet şartları uygunsa, şirket açısından en mantıklı yöntem budur. Sonuç, zaten sıkıntılı olan enflasyonist baskıların biraz daha artması olacak. Ya da ek sermaye koyarak veya yeniden borçlanarak artan borcu ödeyecekler.


Hakan Özyıldız - 06.07.2013
Toplam Ziyaretçi: 15456