Alman Anayasa Mahkemesi devlet ve piyasa
Bu satırların yazıldığı saatlerde piyasalarda FED Başkanı Bernanke‘nin Jackson Hole toplantısında yapacağı konuşma bekleniyordu. Umutlar çoğunlukla, Amerikan Merkez Bankası’nın yeni bir parasal genişleme programı açıklayacağına yönelik. Beklentiler de gösteriyor ki finansal piyasalar artık kendi kendine yetemiyor. Aktivitelerini devam ettirebilmek için merkez bankalarına muhtaçlar. Bağımlılık akut kriz zamanlarında doğaldır. Bir nedenle piyasadan para çekilmiştir, piyasanın damarlarında kan dolaşımı bozulmuştur. Böylesi durumlarda hemen kan, pardon merkez bankasına gidersiniz, ne tür kana ihtiyacınız varsa alırsınız ve hastayı iyileştirirsiniz. Ama bunu en fazla birkaç ünite kan vererek bitirmeniz gerekir. Bu kadarı yetmiyorsa sorun yapısaldır. Belki hastalık lösemi veya sirozdur. Ne kadar kan verirseniz verin, ilik veya karaciğer nakli yapılmadan hastanın iyileşmesi mümkün olmayacaktır. Bu tür hastalıklar, hastayı hastaneye bağımlı kılar. Benzeri durum bugün piyasalarda da görülüyor. Artık gelişmiş ülkelerde bile piyasalar devlet yardımları olmadan ayakta duramıyorlar.
FİNANSAL PİYASALARIN YENİ GÜÇ DAĞILIMINDAKİ ÖNEMİ
Yaşanmakta olan kriz, devletpiyasa ilişkilerini yeni bir evreye soktu. Klasik iktisatçılar; “Piyasayı kendi başına bırakalım, müdahale etmeyelim, rasyonel insanlar en doğruyu bulur” diye düşünüyorlardı. Keynes ise devlet müdahalesi olmadan ekonomide ideal düzeye ulaşılamayacağını iddia etti. Kamu gelir ve harcama politikalarının piyasaları yönlendirmek için önemli araçlar olduğunu gösterdi. Ancak, 1990’lı yıllardan sonra özellikle finansal piyasalarda devletin gözetim ve denetimine şiddetle karşı çıkıldı. Başta Amerika ve İngiltere olmak üzere, finansal kuruluşlar “Büyümemize engel değil yardımcı olun” dediler. 2008 krizine kadar bu süreç devam etti. Bugün dünyanın dev finansal kuruluşlarının bilanço ve sermaye yapılarını yakından inceleyin. Görüleceği gibi, trilyon dolarlık aktifler, çok küçük sermayeyle yönetiliyor. Bire yirmi, bire otuz oranında riskler alınmış. “Bu kadar risk almaya sermayedarlar niçin izin veriyor?” derseniz işin diğer bir sorunlu yanı da orada ortaya çıkıyor. Bu kuruluşlar, önceki krizler ve diğer nedenlerle birkaç bankanın veya sigorta şirketinin, devlet gözetiminde birleşmesiyle oluşmuşlar.
Özellikle Avrupa’ya baktığınızda görülecektir ki, bazı ülkelerde finansal sektörde devletin ağırlığı yüzde 90’lara ulaştı. Kamu, adına baktığınızda özel sektörmüş gibi görünen birçok devasa bankanın yönetiminde, doğrudan veya dolaylı söz sahibi. Gelinen aşamada finansal piyasaların çoğunda artık devletler hâkim rolde. Veya rollerini büyütmek peşindeler. Amerika’da birçok Avrupa kökenli bankaya çeşitli nedenlerle soruşturma açılmasının arkasındaki siyasi saikleri bu bağlamda iyi tahlil etmek gerek. Diğer Batılı ülkeler gibi onlar da, önümüzdeki dönemde, dünyadaki yeni güç paylaşımında finansal sektörün öneminin arttığını biliyorlar. Kanımca, Avrupa’daki krizin çözümünde bu kadar gecikilmesinin arkasındaki nedenlerden birisi de bu. Dolayısıyla Almanlar, derin kriz yaşayan Avrupa bankalarını kendi paralarıyla kurtarmak, şimdiki patronlarına yardımcı olmak istemiyorlar. Sermayenin el değiştirmesini; bu operasyonun da piyasa yerine Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) benzeri mekanizmalarla yapılmasını istiyorlar. Ama ESM ve diğer kriz çözücü ve düzenleyici, denetleyici yapılanmaların yönetimine ilişkin etkin tavizler alarak... Eğer Alman Anayasa Mahkemesi üyeleri de, Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Draghi’nin kurtarma planına karşı çıkan ve ECB yönetiminden istifa tehdidini tekrarlayan Bundesbank Başkanı Weidmann’la aynı görüşte iseler piyasalarda işler çok zorlaşacaktır.
Hakan Özyıldız - 01.09.2012