Devletin borcu, bütçe açığından daha hızlı büyüyor
Nominal borç stokundaki artış devam ediyor. Borcun vadesi geldiğinde ödenecek para miktarı 518 milyar liradan fazla. Kısaca hatırlatayım; nominal stok, deftere yazılan miktarı gösteriyor. Reel borç stoku ise bu tutarın milli gelire bölünmesiyle elde ediliyor. Aşağıdaki tabloda ilk sıra buna göre hesaplandı. Devletin reel borcu düşüyor. 2002 sonunda yüzde 85'lerde olan Borç Stoku/GSYH oranı, geçen yıl sonu itibarıyla tahminen yüzde 40'lar civarında olacak.
Ancak verilere biraz daha yakından bakınca, başka bir gelişme göze çarpıyor. Önce basit bir soru soralım: Normal olarak, yıllık borç stoku artışının bütçe açığına eşit olması gerekmez mi?
Soruyu geçen yılın rakamlarıyla açmaya çalışayım. 2011 yılında bütçe açığı yaklaşık 18.5 milyar lira. Buna karşılık borçtaki değişim 45 milyar lira kadar. Borç, açıktan daha hızlı büyümüş. Neden acaba? Bütçe açığı tarihi alt seviyelere düşmüşken, milli gelire oranı yüzde 1.5 kadarken, devletin borcu nasıl GSYH'nin yüzde 9'u civarında büyümüş olabilir?
Sorunun en basit cevabı, Hazine'nin nakit ihtiyacının bütçe açığından daha büyük olmasıdır. Aradaki fark aslında oldukça teknik detaylar içeriyor. Sizleri fazla sıkmak istemem. Ama bir örnek vermeme izin verin lütfen.
Geçen yıl kamu borç stokundaki değişimin bir nedeni kur farkları. Dövizli borçlar, TL borçlardan daha hızlı artmış gibi görünüyor. Ancak devletin dış borç stoku geçen yıl sadece bir milyar dolar büyümüş. Ama stokun TL olarak değişim miktarı 27 milyar TL. Kurlardaki yön yukarı olunca devlet zarar etmiş. Bu değişimin sonucunda 2010 yılında toplam borcun yüzde 27'si dövizli borç iken, bu oran geçen yıl sonunda yüzde 30 olmuş.
Ancak belirtmekte yarar var. Önceki yıllarda iç piyasadan da dövizle borçlanan Hazine bu seçenekten vazgeçti. Artık olabildiğince TL ve sabit faizle borçlanmaya çaba gösteriyor. Piyasadan yaptığı toplam borçlanmanın yüzde 53'ü sabit faizli. Demek ki piyasa gelecekte faizlerin düşeceğine inanıyor.
Bunun en temel göstergesi olan verim eğrisi de beklentileri onaylıyor. Uzun vadeli getiriler, kısa vadelilerden daha düşük. Bir nedeni başta Avrupa olmak üzere dışarıda ekonomilerin yaşadığı sorunların uzun vadede düzeleceğine yönelik beklentiler. İkincisi de enflasyonun, bu yılın ikinci yarısından itibaren düşüş eğiliminde olacağı, dolayısıyla faizlerin de düşeceği varsayımı.
Olaylara sadece ekonomik açıdan bakarsanız beklentilerin gerçekleşme olasılıklığı yüksek. Ama öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki; yaşanan gün, geçen günü aratıyor. Bazen dış, çoğu zaman iç siyasi gelişmeler, parametreleri aniden değiştirebiliyor.
Bu değişimler en çok bankaları etkileyecek. Çünkü iç borç enstrümanlarının yüzde 57'si bankalarda. Ardından yüzde 18'lik oranla şirketler geliyor. Yabancılar kamu kâğıtlarına bizde daha çok ilgi gösteriyorlar. İç borç kâğıtlarının yüzde 17'si onların kasasında.
Anlayacağınız kimse, ister siyasi ister ekonomik olsun olumsuzluk duymaktan hoşlanacak durumda değil. Yoruldular, sakinlik istiyorlar.
Ancak verilere biraz daha yakından bakınca, başka bir gelişme göze çarpıyor. Önce basit bir soru soralım: Normal olarak, yıllık borç stoku artışının bütçe açığına eşit olması gerekmez mi?
Soruyu geçen yılın rakamlarıyla açmaya çalışayım. 2011 yılında bütçe açığı yaklaşık 18.5 milyar lira. Buna karşılık borçtaki değişim 45 milyar lira kadar. Borç, açıktan daha hızlı büyümüş. Neden acaba? Bütçe açığı tarihi alt seviyelere düşmüşken, milli gelire oranı yüzde 1.5 kadarken, devletin borcu nasıl GSYH'nin yüzde 9'u civarında büyümüş olabilir?
Sorunun en basit cevabı, Hazine'nin nakit ihtiyacının bütçe açığından daha büyük olmasıdır. Aradaki fark aslında oldukça teknik detaylar içeriyor. Sizleri fazla sıkmak istemem. Ama bir örnek vermeme izin verin lütfen.
Geçen yıl kamu borç stokundaki değişimin bir nedeni kur farkları. Dövizli borçlar, TL borçlardan daha hızlı artmış gibi görünüyor. Ancak devletin dış borç stoku geçen yıl sadece bir milyar dolar büyümüş. Ama stokun TL olarak değişim miktarı 27 milyar TL. Kurlardaki yön yukarı olunca devlet zarar etmiş. Bu değişimin sonucunda 2010 yılında toplam borcun yüzde 27'si dövizli borç iken, bu oran geçen yıl sonunda yüzde 30 olmuş.
Ancak belirtmekte yarar var. Önceki yıllarda iç piyasadan da dövizle borçlanan Hazine bu seçenekten vazgeçti. Artık olabildiğince TL ve sabit faizle borçlanmaya çaba gösteriyor. Piyasadan yaptığı toplam borçlanmanın yüzde 53'ü sabit faizli. Demek ki piyasa gelecekte faizlerin düşeceğine inanıyor.
Bunun en temel göstergesi olan verim eğrisi de beklentileri onaylıyor. Uzun vadeli getiriler, kısa vadelilerden daha düşük. Bir nedeni başta Avrupa olmak üzere dışarıda ekonomilerin yaşadığı sorunların uzun vadede düzeleceğine yönelik beklentiler. İkincisi de enflasyonun, bu yılın ikinci yarısından itibaren düşüş eğiliminde olacağı, dolayısıyla faizlerin de düşeceği varsayımı.
Olaylara sadece ekonomik açıdan bakarsanız beklentilerin gerçekleşme olasılıklığı yüksek. Ama öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki; yaşanan gün, geçen günü aratıyor. Bazen dış, çoğu zaman iç siyasi gelişmeler, parametreleri aniden değiştirebiliyor.
Bu değişimler en çok bankaları etkileyecek. Çünkü iç borç enstrümanlarının yüzde 57'si bankalarda. Ardından yüzde 18'lik oranla şirketler geliyor. Yabancılar kamu kâğıtlarına bizde daha çok ilgi gösteriyorlar. İç borç kâğıtlarının yüzde 17'si onların kasasında.
Anlayacağınız kimse, ister siyasi ister ekonomik olsun olumsuzluk duymaktan hoşlanacak durumda değil. Yoruldular, sakinlik istiyorlar.
Hakan Özyıldız - 14.02.2012
Son Yazı
Toplam Ziyaretçi: 15456