Avrupa hapşırırsa biz...

Avrupa'daki ekonomik gelişmeleri izlemek günlük işimiz haline geldi. Bir zamanlar AB'ye üyelik müzakerelerini takip ederken yaşanan heyecanların değişik bir şeklini yaşıyoruz. Avrupalı devlet insanlarının söylemleri, toplantıları, aldıkları kararlar, bankaların işlem odalarındaki televizyonlardan bile izlenir oldu. Herkes Avrupa'daki gelişmelerin etkisini merak ediyor.

YÜKSELEN PİYASALARA PARA AVRUPA'DAN GİDİYOR
Merakta haklılar. Cari açık finansmanı büyük oranda oradan karşılanıyor.
Bu ülkede, iktisatla ilgilenen bazı yorumcular, "Finanse edildiği sürece cari açığın büyüklüğü sorun olmaz" diyorlar. Okuyucu ve izleyiciler, haklı olarak, günlük ekonomik kararlarını onlara inanarak alıyorlar. Ama bazı verileri yakından incelemekte yarar var.
Açık finansmanı için, portföy yatırımlarının yanı sıra yerli bankaların yurtdışındaki bankalardan aldıkları yabancı para borçların toplamı 70 milyar dolar kadar. Bu nedenle dışarıdan döviz geldiği sürece sorun yok. Ancak, dışarıdan sürekli döviz gelecek mi?
Basel Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) verilerine göre, Mart 2011 itibarıyla, gelişen piyasa ekonomilerine (EM); İngiltere dahil Avrupa bankaları 3.4 trilyon dolar, Amerikan bankaları 730 milyon dolar, Japonlar ise sadece 300 milyon dolar borç vermişler. Paranın yaklaşık yüzde 80'i Avrupalı bankalardan. İşin daha önemli tarafı, Avrupalılar bu paranın yarısından fazlasını, bizimde içinde bulunduğumuz Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika bölgesine (EEMEA) vermişler. Bölgeye gelen dövizin yüzde 90'ı Avrupalı bankalardan.

AVRUPA KENDİ DERDİNE DÜŞÜNCE BİZE NE OLUR?
Bu rakamlar döviz arzı açısından Avrupa'nın ne kadar önemli olduğunun göstergesi. Dolayısıyla Avrupa'daki olumlu veya olumsuz gelişmeler, bizim cari açık finansmanımızı ve kurdaki gelişmeleri doğrudan ilgilendiriyor.
Önümüzdeki günlerde Avrupalı liderler bir araya gelip kapsamlı ve etkin kararlar alamazlarsa, sorun tüm dünyayı ilgilendiriyor. Bu bağlamda, mahallede büyük bir yangın çıkarsa, biz evden ne kurtarabilirsek kârdır.
Bununla beraber, kararlar pozitif olsa da, bize etkisi negatif olacak. Çünkü beklenen önlemler arasında Avrupalı bankaların bilançolarını düzeltmek için, devletten yardım almaları da var. Eğer kamu otoriteleri, "Yeter artık. Aşırı kârlar peşinde koşmayı bırakın, dışarıdaki yatırımlarınızdan çok zarar etmeden çıkın, parayı ülkeye getirin" derlerse, aynen Dexia ve Denizbank örneğinde olduğu gibi satışlar başlayacak.
Görünen o ki; orta vadede EM'lere gelen para azalacak. Çünkü IMF'ye göre Avrupa ülkelerinin toplam kamu borcu 6.5 trilyon Euro. Bu miktarın yarısı, yüksek getiri sağlayan ve çoğunluğu Avrupalı bankaların portföyünde bulunan kâğıtlardan oluşuyor.
Şimdi çözümü en zor konu; kamu kâğıtlarının gerçek piyasa değerinin bilançolara yansıtılmasının sonuçları. Örneğin, 21 Temmuz kararlarına göre Yunan kâğıtlarının ortalama değeri, yaklaşık 70 Euro sent olarak kabul edilmişti. Oysa şu andaki piyasada 40 Euro sentin altında işlem görüyorlar. Benzeri sorunlar İspanyol, Portekiz ve İtalyan kâğıtları için de var. Kısacası bankaların aktiflerinde bir Euro olarak görünen varlıklar piyasada, en az yüzde 10-15 daha düşük değerden işlem görüyor.
Bu varlıklar, gerçek değerleriyle yazılmaya başlayınca, bankalarda önce likidite, sonra sermaye ihtiyacı ortaya çıkacak. Bu durumun farkında olan Avrupa Merkez Bankası, piyasalara gelecek temmuz ayına kadar sonsuz likidite sözü verdi. Şimdi bankaların sermeye ihtiyacının nasıl karşılanacağı tartışılıyor. Sonuç ne olursa olsun, tatmin edici bir çözüm bulunsa bile, Avrupalılar EM'lere daha az döviz yatırımı yapabilecekler.
Döviz akışı azalınca, yüksek cari açığı olan ekonomiler olumsuz etkilenecek.


Hakan Özyıldız - 12.10.2011
Toplam Ziyaretçi: 15456