Büyüme mi, el atına binip çalım satmak mı?

Başlığa bakıp 2010 yılında ulaşılan yüksek büyüme oranını küçümsediğimi sanmayın. Nasıl olursa olsun gençlere, işsizlere istihdam yaratan büyüme sevinilecek bir durumdur. Bu açıdan bakınca büyüme performansı beni umutlandırdı.
Ancak, yüksek rakamın ışığı gözümüzü kamaştırmamalı. Şeytan detayda gizlidir.

BÜYÜMEYE YAKINDAN BAKINCA
İlk göze çarpan konu; 2009'da en hızlı küçülenler liginde olan Türkiye'nin, bir yıl sonra en fazla büyüyenler arasında ilk beş ülke arasına girmesi. Büyümenin istikrarı yok, dalgaların boyu çok büyük. Büyümenin kaynağı dışarıdan olunca bu çok doğal. Para gelince hızla büyüyen ekonomi, dışarıdakilerin keyfi kaçınca aşırı küçülüyor.
Dış kaynağın etkisini daha iyi anlayabilmek için büyümeye katkı sağlayan ekonomik segmentlere bakmak gerek. Görünen o ki, büyümeye en fazla katkıyı hanehalkının tüketimi ile özel sektör yatırımları sağlamış.
Peki. Hanehalkı daha çok tüketirken kaynağı nereden bulmuş? Geliri mi artmış, yoksa daha çok kredi aldığı için, borcu mu? Aslında ikisi de demek lazım. İşsizlik önceki yıla göre azaldığı için, ekonomide para harcayabilenlerin sayısında artış var. Ancak, tüketim artışında kredilerin etkisi daha fazla.
Benzer soruyu şirketler kesiminin artan yatırımları için de sormak lazım. Bu kadar çok yatırım, daha önceki yıllarda sağlanan kârlarla mı yoksa daha fazla borçlanmayla mı finanse edilmiş? 2008 ve 2009 dünyada ve Türkiye'de kriz yılları olduğuna göre şirket gelirlerinde artışın sınırlı olduğunu biliyoruz. O zaman şirketlerin de, özkaynaklarından çok bankalardan borçlanarak yatırım yaptığı anlaşılıyor.
Şirketlerin diğer bir davranışı da büyümeyi tetiklemiş. Önceki yılların aksine stoklarını tekrar biriktirmeye başlamışlar. Üretim artışının bir nedeni de burada.
Özetlersek; büyümeye kamunun katkısı sınırlı. Yüksek büyümenin arkasında özel sektör ve hanehalkının performansı bulunuyor. Onlar da, daha çok, bankalardan borçlanarak bu başarıyı yakalamışlar.
Banka kredileri son dönemde çok tartışıldı. Ama bankaların nereden kaynak bulduklarına çok dikkat edilmedi.
Gelin isterseniz dün açıklanan ve fazla dikkat çekmeyen, 2010 yılı dış borç stok rakamlarına bakalım.
Türkiye'nin dış borç stoku, geçen yıl, 290 milyar doları aşmış. 2009 yılında azalan dış borçların bu yıl artmasının arkasındaki en büyük etmen, özel sektörün, özellikle bankaların yurt dışından aldıkları borçlar.
Bankaların kısa vadeli borçlanmalarında görülen artışa dikkat etmek gerek. Kısa vadeli dış borç stoku, milli gelirin yüzde 10.7'si olmuş. Bu rakamda son yılların rekoru.
Kısa vadeli dış borçların artışının arkasında, 2010 yılında yapılan kambiyo rejimi değişikliği var. Daha önce yurt içinden dövizle borçlanmada kısıtlar vardı. Geçen yıl söz konusu kısıtlar kısmen kaldırıldı. Bu nedenle bankalar yurtdışından daha çok borçlanmaya ve sağladıkları bu kaynakla içeride daha fazla döviz kredisi vermeye başladılar.

KISA VADELİ BORÇ ARTIŞINDA REKOR
O zaman başlığa dönersek. Tüketici ve yatırımcı; gelirinden, öz kaynağından çok borçlanarak tüketim ve yatırım yaparsa... Kredi dağıtan bankalar eskisine oranla daha fazla dışarıdan borçlanmaya başlarlarsa... Çok büyüdük diye fazla sevinmemek gerek. Yurt dışında bize borç verenlerin keyfi tekrar bozulursa ne yapacağız, onu düşünelim.
Yabancıların "keyfinin" önemini anlatabilmek için başka bir rakam vereyim. 2011 yılında kamu ve özel sektör 62 milyar dolar dış borç geri ödemesi yapacak. Bu rakama 5560 milyar dolara çıkacağı tahmin edilen cari açığı da ekleyin. Bu durumda,
Türkiye'nin bu yılki döviz ihtiyacı 120 milyar doları geçer.
Korkmayın! Bedelini (daha yüksek faizi) ödedikten sonra dışarıda para bol.
Not (2): Gelecek ay tekrar Türkiye'ye gelecek olan IMF Heyeti'nin daha önce hazırladığı Rapor'dan henüz haber yok. O da bir gün internete düşer mi acaba?


Hakan Özyıldız - 02.04.2011
Toplam Ziyaretçi: 15456