Nükleer enerjinin geleceği
Dünyada son yıllarda üzerinde en çok çalışma yapılan konuların başında; temiz su, gıda güvenliği ve enerji kaynakları geliyor. Bu üç sorunu öne çıkaran neden ise basit: Hızla artan nüfus.
Sorun sadece nüfus artışında değil. Aynı zamanda, kırdan kentlere göçler de arttı. 2030'lu yıllarda, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 75'nin kentlerde yaşayacağı tahmin ediliyor. Kentlerde yaşayan insana sağlıklı su, gıda ve enerji sağlamak, kırsalda yaşayana oranla daha zor ve maliyetli.
Yapılan tahminler, halihazırda dünyanın bir çok bölgesinde sorun olarak önümüzde duran bazı gerçekler üzerinde daha dikkatle durulmasının gereğini zorluyor. Su ve gıda konusunu şimdilik bir kenara koyarsak, enerji kaynakları yetersizliği savaş nedeni olarak bilinen bir gerçek.
Türkiye, Çin, Hindistan gibi hızlı büyüyen ekonomilerin enerji ithalatına bağımlılığını biliyoruz. Örneğin bizim yaşadığımız dış ticaret açığının temel nedeni petrol ve doğal gazda dışa olan bağımlılığımız. Benzeri sorunlar bir çok sanayileşmiş ülkede ve gelişmekte olan ülkeler de yaşıyorlar.
Sanayileşmiş ülkerde enerji kaynaklarında dışa bağımlılığı azaltma fikri 1973 Petrol Krizinden sonra yayıldı. Petrole ve dolayısıyla Ortadoğu'nun siyasi cambazlarına bağımlılığı azaltmak için, çeşitli seçenekler hayata geçirildi.
Nükleer enerji de bunlardan birisiydi. Nükleerde birincil kaynak olan uranyum da genellikle ithal ediliyor. Ancak petrol gibi günlük sorunlar yaşanmadığı için, her geçen gün daha çok tercih edilen kaynak olmaya başladı.
Buradan yanlış bir sonuç çıkmasın. Toplam enerji üretimi içinde nükleerin payı çok fazla değil. Ülkeden ülkeye değişmekle beraber yaklaşık yüzde 20'ler düzeyinde. Enerji üretiminde birincil kaynak olarak en çok kömür ve petrol kullanılıyor.
Japonya'da yaşanan son olaylar başta Almanya ve ABD olmak üzere bir çok ülkede kullanılan nükleer teknolojileri gözden geçirme ihtiyacını ortaya çıkardı. Yetkililer ve uzmanlar, dünya kamuoyunu daha fazla heyacanlandırmamak için olayı alttan alma çabası içerisindeler.
Nereden bakarsanız bakın, yaşananlar bundan sonra nükleer teknoloji ile enerji üretme konusunda milat olacak, bir çok şeyi değiştirecek olaylar.
Bu bağlamda biz de nükleer enerji konusunu mutlaka tekrar ele almak durumunda kalacağız. Fay hattına 25-30 Km. uzaklıkta santral inşa etmenin gereğini bir kez daha, çok titiz şekilde düşünmek zorundayız.
Ayrıca, kullanılması düşünülen ve henüz denenmemiş olan teknolojinin, acil durumlarda ne kadar etkin çalıştığından emin olmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
Dünyada önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler iyi izlenmelidir. Seçenekler hakkındaki tartışmalar sona ermeden santral inşaatlarına başlamamalıdır.
Son IMF raporunu beklerken
Hatırlarsınız, IMF heyeti 30 Kasım - 9 Aralık 2010 tarihleri arasında, Program Sonrası İzleme amacıyla Türkiye'ye gelmişti. İstanbul'da bankacılar ve reel sektör temsilcileriyle, Ankara'da da kamu yetkilileriyle görüşmeler yapan heyet, 8 Aralık 2010 tarihinde sonra ayrılmıştı.
Yapılan açıklamada çok dikkat çekecek bir açıklama göze çarpmamıştı.
IMF heyetinin hazırladığı rapor, 11 Şubat 2011 tarihinde yönetim kuruluna sunuldu. Kurul üyelerinin değerlendirmeleri özet olarak yayımlandı. Orada da çok göze batan bir başlık yoktu. Klasik IMF söylemleri; cari açık ve mali disiplinin önemine dikkat çekiliyordu.
Aradan bir ay geçti. Yönetim kurulu üyesi ülkelerde "neredeyse orta malı" olmuş olan, Türkiye raporu henüz Türkiye'de yayımlanmadı. Geçmişte de, ekonomik dengelerin çok kırılgan olduğu dönemlerde, bazı IMF raporlarının yayımlanmadığını hatırlıyorum.
Bu bağlamda, rapor yayımlanmayınca bazı sorular aklıma takıldı. IMF raporunun yayımlanmasına izin verilecek mi? İzin verilmeyecekse özel bir nedeni var mı?
Hakan Özyıldız - 16.03.2011