Hanehalkının borçları ve cari açık

Son günlerde çok tartışılan cari açık, en basit tanımıyla, yurtiçindeki tasarrufların harcamalara yetmemesidir. İçeride tasarruflar yetmeyince ülke dışından, faiz ödeyerek, tasarruf ithal edilir.
Getirilen parayla, alınan borçla yatırım ya da tüketim harcaması yapılır. Yatırım yapılıyorsa sorun yok, üretim ve istihdam artar. Ama kamu ve özel sektör (hanehalkı dahil) tüketimlerini artırıyorlarsa cari açık büyüyor demektir.
Peki, Merkez Bankası ve BDDK’nın aldığı önlemler cari açığa çözüm için yeterli olur mu? Daha geniş, kalıcı yapısal önlemlere gerek yok mu? Kısacası alınan önlemler tasarrufları artırmaya yeter mi?
Baştan belirtmekte yarar var. Borçlanmanın hızla yükseldiği bir ortamda tasarruf artışı olamaz. Eğer bir ülkede, şirkette, ailede aşırı borçlanma varsa orada para biriktirmek mümkün değildir.
Seçimler nedeniyle siyasetçiler arasında gittikçe artan popülizm yarışından, kamunun 2011 yılında tasarruf etmeyeceği artık daha iyi anlaşılıyor.
Peki hanehalkının borçlarındaki durum nedir?


HANEHALKININ BORÇLANMASI ÇOK HIZLI ARTIYOR
Kamunun verilerine göre, hanehalkının 2003 yılında yaptığı her 100 liralık harcamanın 7 lirası borç alınarak yapılıyormuş. Eylül 2010 itibarıyla bu miktar 44 liraya yükselmiş. Yani hanehalkı, 100 liralık harcama yapabilmek için 44 liralık borçlanma yapmak durumunda kalmış.
Bu gelişmenin önemini görmemezlikten gelmeye çalışanlar, yukarıdaki rakamları gelişmiş ülkelerle karşılaştırıyorlar. Örneğin ABD’de bu oranın yüzde 110 olduğunu örnek verip, bizim hanehalkının daha çok yolu olduğunu iddia ederler. Hatta Türkiye’de bankacılığın geleceği tartışılırken bu oranlara özel atıf yapılır.
Ancak, nedense iki örnekteki borçların yapısından pek bahsedilmez. Bizim hanehalkının borçlarının yüzde 36’sı mortgage/konut kredisi borcu iken, bu oran Amerika’da yüzde 90’dır ve borcun vadesi 25 yıl civarındadır. Diğer bir bakış açısıyla, Amerikan hanehalkının toplam borçlarının sadece yüzde 20’si tüketim için alınan kısa vedeli borçtur.
Bizdeki bireysel kredi borçlarının yüzde 64’ü tüketim için alınan ve ortalama vadesi yaklaşık iki yıl olan kısa vadeli borçtur. Eğer iki yıl içinde hanehalkının gelirlerinde anlamlı bir artış olmazsa, bu borcun geri ödenmesi için, başka bir bankadan veya eşten dosttan yeniden borç alınmaktadır.


TÜKETİM AZALTILABİLİR Mİ?
Gelirlerin kısa vadede artması çok kolay olmadığına göre, tasarrufları artırmak için hanehalkının harcamalarını azaltıp azaltamayacağına bakalım.
Bu bağlamda TÜİK’in son açıkladığı çalışmasına göre ülkemizde insanların tüketim harcamalarının yapısında, tasarruf artırımı açısından, bazı sıkıntılar var.
İnsanların tüketiminde en çok üç kalem önem kazanıyor: Kira, gıda ve ulaşım. Bu üç kalem toplam tüketim harcamalarının yarısından fazlasını oluşturuyor. Toplam nüfusun yüzde 80’i için gıda ve konut harcamalarının toplam tüketim içindeki payı çok yüksek. Örneğin toplumun en az gelir elde eden yüzde 20’si için gıda ve kira harcamaları, toplamın yüzde 64’ü gibi çok yüksek bir orana karşılık geliyor.
Bu şartlarda hanehalkının tasarruf harcamalarını azaltması kolay görünmüyor. Açıkçası ülkemizde bu kadar geniş toplum kesimlerinin yemek ve barınmak için borçlanmak durumunda kaldığı bir ortamda tassarruf etmelerini beklemek çok sağlıklı bir yaklaşım olmayabilir.
O zaman cari açığı düşürmek için tasarruf etme görevi, kamuya ve şirketler kesimine kalıyor. Kamuyu bu sene unutursak; şirketler için kur, vergi, kambiyo gibi başlıkları gündeme alıp tartışmaya başlamak gerekiyor.


Hakan Özyıldız - 29.12.2010
Toplam Ziyaretçi: 15456