Tüketim mi, ihracat mı?
Bugün büyüme rakamları açıklanacak. Büyüme daha çok iç tüketim kaynaklı olacak. Başlıkta yer alan büyüme teorisinin klasik konusu son G20 liderler toplantısında da gündeme geldi.
Ekonominin bir temel eşitliğini hatırlayarak başlayayım: Y = C + G + I + (X-M). Formülün Türkçesi şu. Bir ülkenin Gayri Safi Milli Hâsılası (GSMH); o ülkenin tüketim (C), devlet (G) ve yatırım (I) harcamalarının toplamı ile ülkenin tüm döviz gelirlerinden (X), tüm döviz harcamaları (M) çıkarılarak bulunacak dış âlem gelirlerinin (veya giderleri) toplamına eşit.
Ekonominin, (Y)’nin, büyümesi gerekiyor. Bunun için bazı iktisatçılar, formüldeki tüketimi, (C)’yi, büyütmek gerekir diyorlar. Tüketimin finansamanı için, bankacılık kesiminin ivedilikle sağlığına kavuşturulması durumunda, şirketler ve hanehalkı alacakları taze kredileri harcayıp, ekonomiyi büyütür diyorlar.
Keynesyenler devlet harcamalarının, (G) nin, büyütülmesinin daha yararlı olacağı iddiasındalar. Onlara göre, önce devlet teşvik paketleri uygulamalı, şirketlere ve tüketicilere harcama çekleri vermeli, onlardan daha az vergi almalı, tüketimin artmasını sağlamalı diyorlar.
SEÇENEKLER
Karar alıcılar her zamanki gibi faydacı olmaya, olabilecek her türlü aracı kullanarak krizden çıkmaya çalışıyorlar. Ülkelerinin gerçeklerini göz önüne alarak çok yönlü önlenmeleri hayata geçirdiler.
Ancak banka kurtarma, harcama teşvikleri ve diğer canlandırma paketleri kamu borç stokunun tarihi zirvelere ulaşmasına yol açtı. Siyasetçiler kara kara kamu açıklarını nasıl azaltacaklarının hesabını yapmaya çalışıyorlar.
G20 sonuç bildirisinde, 2013 yılına kadar kamu açıklarının yarıya indirileceği belirtiliyor. ABD, Japonya ve İngiltere başta olmak üzere, bir ülkenin bu hedefe ulaşması oldukça zor.
Zaten bu nedenledir ki, içeride daha fazla tüketimi canlandıracak teşvikler vererek, patinaj yapmaya başlayan ekonomilerini istedikleri kadar büyütemiyorlar. Bunun yerine diğer bir yolu, ihracatı arttırarak büyümeyi öne çıkarmaya çalışıyorlar.
İçeride fazla hareket alanı kalmayınca dışarıya yönelmek akılcı bir yaklaşım olabilir. Ancak bunun için bir kaç şartın bir araya gelmesi gerekiyor. Öncelikle dış piyasaların dışarıdan daha fazla mal alabilecek durumda olması gerekiyor.
İkincisi ve daha önemlisi, uygulanmakta olan kur politikası. Eğer yerli para çok değerlenmiş ise, sonuç ihracat değil, daha fazla ithalat artışı olabilir. En azından son yıllarda Türkiye’de görüldüğü gibi, ihracat tamamen ithalata bağımlı hale gelebilir. Daha çok ihracat için daha fazla ithalat yapmak zorunda kalırsınız. “İstahdam yaratmayan büyüme” diye anlamsız bir kavramı tartışmaya başlarsınız.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Hatırlamakta yarar var, Türkiye 2001 Krizinden, ihracatını arttırabildiği için hızla çıktı. Krizden çıkışta dalgalı kura geçiş, o sırada yaşanan büyük kur ayarlaması ve iç tüketimin azalması sayesinde, ekonominin ihracat kabiliyeti beklenenden fazla arttı. Cari açık veren ekonomi, fazla vermeye başladı.
Bugün gelinen noktada hem Türkiye’de hem de bazı sanayileşmiş ülkelerde tüketim mi, ihracat mı ikilemi tekrar gündemde. Tüketimi destekleyerek büyüyelim diyenler bankalara fazla kural getirilmemesini, kredi verirken daha rahat olmalarını savunuyorlar. Ancak bankaların daha fazla kredi verebilmek için nasıl kaynak bulacaklarını fazla sorgulamıyorlar.
Tüketerek büyüme yerine; üreterek, ihraç ederek büyüme seçeneğini gündeme getirmek için, doğru kur ve teşvik politikası tercihlerinin gereği pek konuşulmuyor.
Görünen o ki, dış ticaret dengemizi en çok etkileyen Çin ve Euro bölgesi ülkeleri, paralarının dolar karşısındaki durumundan çok memnunlar. Paralarının değer kaybetmesinden rahatsız değiller.
O zaman, onları izlemeyi bırakıp, bizim bir şeyler yapmamız gerekmez mi?
Hakan Özyıldız - 30.06.2010