Memur, işçi ve emeklilerin refahtan alabildiği pay azalıyor

TÜİK’in yayımladığı son Hanehalkı Tüketim Harcama İstatistikleri değerli veriler içeriyor.

Öncelikle hanehalkının harcama kalıplarını değiştirebilen unsurlara bakalım. Birinci etken harcanabilir gelirin artışıdır. Ekonomistler için harcanabilir gelir haneye giren; maaş, ücret, temettü, kira, faiz, devletten alınan yardımlar, miras gibi her türlü gelirden (nominal gelir) vergi, sosyal güvenlik pirimi gibi kamuya yapılan ödemelerin çıkarılmasıyla hesaplanan gelirdir.

İnsanlar büyüyen ekonomiden daha fazla refah payı alabildikleri sürece harcama kalıplarını fazla değiştirmezler. Tersi durumlarda, gelirler istendiği oranda artmazsa, hanehalkının yapacağı ilk şey harcama kalıplarını değiştirmek olacaktır. Doğal olarak yaşayabilmek için zorunlu harcamalarını korumaya çalışacaklardır.

SABİT GELİRLİLER HARCAMA KALIPLARINI DEĞİŞTİRMİŞLER

Harcama verilerini bu bağlamda ele alınca ilk göze çarpan şey, emekliler ve maaş/ücret geliri olanların harcamalarında, 2002-09 yılları arasın da görülen değişim. Bu kesim önemli. Çünkü toplam 5,3 milyon ailenin yarısını oluşturuyorlar.

Emeklilerin harcamalarının yaklaşık yüzde 30’u gıdaya, bir o kadarı da konut/kiraya gidiyor. Maaş ve ücret geliri elde edenlerin harcamaları da üç aşağı beş yukarı aynı. Onlar da biraz daha az kira harcaması yapmakla beraber, toplam harcamalarının yarısını gıda ve konut/kira için yapıyorlar.

Bu kesimlerin harcamalarında önemli yer tutan diğer iki kalem, ulaştırma ile alkollü içecekler ve tütün için yapılan harcamalar. Buna sağlık harcamalarını da ekleyince, eğlence ve kültür gibi sosyo-kültürel değerlere ulaşım tamamen televizyona kalıyor. Ağır rating kaygısı altında çalışan TV kanallardaki kültürel programların içeriği konusundaki yorumları sizlere bırakıyorum.

Buna karşın, yüzde 20’lik gelir gruplarının harcama verilerine yıllar itibariyle bakıldığında tüketim endekslerinde de görülen bir gerçek ortaya çıkıyor. Türkiye’de en düşük gelir elde eden I. ve II. % 20’lik gruptaki insanların gıda harcamaları her geçen yıl azalıyor. En fakir yüzde 20’lik grubun gıda harcamaları, 2002 yılında toplam harcamaların yüzde 39’u iken bu oran 2009 yılında yüzde 34’e düşmüş.

II. en fakir % 20’lik grupta da benzeri bir eğilim görülüyor. Onlar da 2002 yılında harcamalarının yüzde 35’ini gıdaya yaparken, 2009 da yüzde 28’e düşürmüşler.

Buna karşılık her iki grupta artan harcamaların başında konut/kira ve mobilya, ev aletleri, ev bakım hizmetleri geliyor. Bu gelişmeyi kısmen 2001 Krizi sonrasında güçlendirilen bankalardan alınan konut kredileri ve tüketici kredilerine bağlayabiliriz.

KAMUYA OLAN YÜKÜMLÜLÜKLER ERTELENİYOR
Gelir artmayınca harcama standartını koruyabilmek için yapılabilecek ikinci şey, kamuya ödenmesi gereken vergi ve sosyal güvenlik primlerini ertelemek olacaktır. Bu konuda en güzel örnek, kayıtdışı çalışanların sayısında görülen artıştır.

Kriz ortamında önce şirketler, arkasından da hanehalkı kamusal yükümlülüklerini yerine getirme konusunda isteksiz davranırlar. Sosyal Güvenlik Kurumunun prim alacakları ile bütçe gelir kalemlerinden vergi cezalarındaki büyüme ve bütçe açıklarındaki artış bu gelişmelerin sonucudur.

Ancak, burada üzerinde düşünülmesi gereken soru şu: Hanehalkının harcanabilir gelirleri yeteri kadar artmazsa; gıdadan, sağlıktan, eğitimden fedakarlık ederek nereye kadar dayanabilirler?

Amacım “fakirlik edebiyatı” yapmak değil. Sadece refahtan pay alma sorunu olan insan sayısındaki arttışa dikkat çekmek istiyorum. Çünkü tüketim harcamalarındaki sorunlar, üreten çağdaş bir Türkiye’de daha fazla insanın refahtan pay alabilmesi için, yeni bir büyüme modeli uygulamanın zamanı geldiğini gösteriyor.


Hakan Özyıldız - 24.07.2010
Toplam Ziyaretçi: 15456