Artan yoksulluk ve faiz indiriminin etkisi

 

2008 yılı son çeyreğinden itibaren enflasyonda hızlı bir düşüş olacağını öngören Merkez Bankası, son Enflasyon Raporu’nda ekonomik aktiviteler üzerinde oluşabilecek potansiyel tahribatı sınırlandırmaya çalıştığını belirtmiş. Banka, amacına uygun olarak kısa vadeli faizleri 10,25 puan aşağıya çektiğini ve dengeleyici bir likidite politikası izlediğini vurgulamış. Bunları kredi piyasalarındaki tıkanıklığı aşmayı hedeflediği için yaptığını ifade etmiş.


Sorun tüm merkez bankalarının ortak konusu. Görünen o ki, faiz oranları indirildiği halde kredi talebi istenildiği kadar yükselmiyor. Neden?


Ekonomide bankalardan iki grup kredi talep eder: hanehalkı ve şirketler. Hanehalkının kredi alır, parayı harcar ve tüketimini arttırır.


Hanehalkının tüketimini genişlettiğini gören şirketler de, işletme sermayesi veya yeni yatırımlar için kredi talep ederler ve ekonomi canlanır. İthalat aynı kalırsa, üretim büyür. Ülkede istihdam olanakları genişler.


DÜNYA BANKASI’NA GÖRE TÜRKİYE’DE YOKSULLUK ARTTI


Çok kısaca özetlemeye çalıştığım bu çarkın çalışmamasının bir kaç nedeni var. İlki kriz dönemlerinde hanehalkının yoksulluğunun artması nedeniyle yeni kredi kullanabilme şartlarının olmamasıdır.


Krizin Türkiye’deki yoksulluğu nasıl etkilediğini anlayabilmek için, Dünya Bankası’nın Aralık 2009 tarihinde yayımladığı “Ülke Ortaklık Stratejisi İlerleme Raporu’na” iyi bir kaynak.


Dünya Bankası ile UNICEF’le beraber, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Kocaeli’ni içine alan “Refah İzleme Araştırması” yaptırmış. Araştırmanın sonuçlarına göre, Kriz öncesi yüzde 17-18 düzeyinde olan yoksulluk oranı yüzde 22’ler düzeyine ulaşmış. Değişim yüzde 30’lar seviyesinde.


Yoksulluğun dağılımına bakınca en büyük pay yüzde 46 ile kayıt altında olmayan tarım dışı sektörlerde. Diğer bir deyimle şehirlerin varoşlarında. Ardından işsizler, emekliler ve muhtaç yaşlılar geliyor. Kriz bu kesimlerin reel gelirlerini olumsuz etkilemiş.


Yoksullukta böylesine önemli bir artış ister istemez insanların tüketimlerini azaltmalarına veya en azından tüketim kalıplarını değiştirmelerine neden oluyor. Tüketiciler ucuz ve indirime giren ürün ve hizmetlere yöneliyor. Sonuç olarak, tüketim istendiği kadar artmıyor.


HANEHALKININ BORCU ARTMIŞ


Hanehalkınının tüketim davranışlarını etkileyen ikinci unsur daha önce aldıkları borçlar. Yapılan çalışmalar insanların aldıkları borçların, harcanabilir gelirlerinin dörtte birine ulaştığını gösteriyor. Yani, hanehalkı harcamalarının yüzde 25’ini borçlanarak yapmış. Bu oran 2002 yılında yüzde 4 civarında idi. Sekiz yılda 6 kat artış.


Bazı uzmanlar bizdeki hanehalkı borçlanma oranının düşük olduğunu, ABD ve Avrupa’da insanların harcanabilir gelirlerinin yüzde 100’ünden fazla borçlu olduklarını söylüyorlar. Bu bağlamda bizim hanehalkının daha da borçlanabileceğini, yeni kredi alabileceklerini iddia ediyorlar.


Bu bakış açısında iki sorun var. İlki vade farkı. Gelişmiş ülkelerde insanların borcu aldıkları ev ve arabalar için vadesi 5 – 10 hatta 20 yıldan uzun. Bizim tüketici kredilerinin vadesi yaklaşık 24 ay civarında.

 

İkinci fark, ödenen taksitlerin ailelerin gelirlerine oranı. Sanayileşmiş ülkelerdeki hanehalkının kredi taksitlerinin gelirlere oranı çok fazla değil. Bizde durum farklı. Vadeler kısa olduğu için taksitler, aile bütçelerine önemli bir baskı yaratıyor. Bu nedenle aileler çok zorunlu olmadıkça yeni borç almaya yanaşmıyorlar.


Özetle, ne kadar faiz düşürürseniz düşürün insanlar gelir düzeylerinde bir artış beklemiyorlarsa tüketmek için yeni borç almayı düşünmüyorlar. Tüketimlerini yükseltmiyorlar. Böylesi bir ekonomik ortamda şirketler de yeni kredi talebinde bulunmuyorlar.


Böyle olunca da merkez bankalarının faiz indirimleri, hazinelerin daha ucuz borçlanmasından başka bir işe yaramıyor. Bankalar, merkez bankalarından ucuza aldıkları kaynaklarla hazinelerden aldıkları kağıtlardan yüksek getiri elde ederek bilançolarını düzeltmeye çalışıyorlar.


Hakan Özyıldız - 30.01.2010
Toplam Ziyaretçi: 15456