Toplumu borca (uyuşturucuya) alıştırmayın
Haberlerde ve filmlerde izliyoruz. Esrar, kokain alışkanlığına yakalananlar, istedikleri zaman uyuşturucu bulamayınca krize giriyorlar. Allah kimseye böyle hastalık vermesin.
Konuya böylesi bir örnekle girmemin nedeni Yunanistan, İspanya, İrlanda ve Portekiz’de yaşanan kamu borç stoku sorunları.
BORÇLANARAK REFAH ARTAR MI?
AB tarihini izleyenler bilirler. Bu ülkeler tam üyelik müzakerelerine başladıkları zaman büyük paralar aldılar. O dönemde bizden daha kötü olan ekonomilerini, sanayileşmeye, üretime yönlendirmeden, bölgesel kalkınma fonlarından aldıkları kaynaklarla, başta turizm olmak üzere hizmetler sektörüne büyük yatırımlar yaptılar.
“Bunda ne var, bizde de aynı yaklaşım yok mu?” diye sormayın. Doğrudur. Sorun sektör seçiminde değil. Sorun dışarıdan gelen parayla az vergi almak, karşılıksız bonkör teşvikler dağıtmak, sosyal güvenlikte alabildiğine geniş davranmakta. İnsanlara dışarıdan alınan borçla refah dağıtmakta.
Anadolu’daki deyimiyle “El atına binip çalım satmakta”.
Bana göre halkı uyuşturucuya alıştırmakta.
Vergi toplamadan, kamu gelirlerini büyütmeden bol harcama yapmak, toplumu esrara alıştırmaktır. Çocuklarımızın, torunlarımızın ödeyeceği borca bağlı yaşamaktır. Unutmayalım ki, borçlanmayı “gerekli” bir politika seçeneği olarak kabul eden parti, kamuoyundan ilgi görmeye başlarsa, diğer partilerde aynı yöntemi izlemek zorundadır. Çünkü bir süre sonra, onlarda iktidar olmanın yolunun, halka doğruları söylemekten değil, borç alarak yaratılan kaynakların, bol keseden dağıtılmasından geçtiğine inanmak zorunda kalacaktır.
Burada asıl sorun oy verenlerin olaya bakışı. Halk “O parti bize ne verecek? Bunlar ne güzel yardımlar veriyorlar.” diye düşünmeye başladıklarında zoka yutulmuş demektir. Uyuşturucu ile tanışmanın ilk aşaması budur. Kendisinden yardım istendiği zaman “Almadan veren bir Allah’tır” diyenler; nedense, seçimler sırasında dağıtılanların bir karşılığı olup olmadığını düşünmezler. Bu tür “rüşvetlerle” oy verenler, dağıtılanların parasının kimden çıktığını sorgulamazlar. Çoğu zaman “İhtiyacı olanlara küçük bir yardım yapılmış, gözüne mi battı?” derler.
Hayır, niye batsın?
Sorguladığım bu yardımların kaynağı. Yunanistan, İspanya, Portekiz ve Türkiye hemen hemen aynı şeyi yapıyor. Toplumun refahını yükseltmek için aşırı borçlanarak toplanan kaynakları dağıtıyor. Yanlış olan budur. Eğer devlet refah dağıtmak istiyorsa, içeride vergi toplamalıdır. Borçlanmamalıdır.
Tamam, hiç borç alınmasın demiyorum. Ancak alınan borçla üretime yönelik yatırım yapmak başka, seçimlerde dağıtmak için borç almak başka. Dikkat etmek gerek. Borç verenler günü geldiğinde paralarını geri isteyince, kamu borç idarecileri (uyuşturucuya bağımlılık arttığından) tekrar borç alabilmek için, daha yüksek reel faiz ödemek zorunda kalabilirler. Ayrıca, kamunun borç ihtiyacı fazlalaşınca, ülkelere siyasi baskılar bile olabilir.
Yapısal reformlar yapmadığınız sürece bu sarmal devam eder. Fasit dairenin içinde dönüp durursunuz.
AŞIRI BORÇLANMANIN SONU KRİZDİR
Kabul etmek gerekir ki, zincirleri kırmak, uyuşturucu krizinin üstesinden gelebilmek, yazıldığı kadar kolay değildir. Yunanistan örneğinde de görüldüğü gibi; vergi sisteminde, sosyal güvenlikte, memur maaşlarında yapılacak reformlarla, geniş toplum kesimleri refah kaybına uğrayacaklar.
Buradaki kritik soru şu: Yapılmazsa ne olur? Borca (uyuşturucuya) bağımlı yaşayan ekonomiler (insanlar) bir aşamadan sonra yeteri kadar kaynak (esrar) bulamayınca krize gireceklerdir. Krize giren ekonomide genel kuraldır: bir ülkenin borcunu her zaman dar ve sabit gelirli kesimler öder ve daha da fakirleşirler. Örneğin, borç ödemek için yapılan özelleştirmeler sonucunda işsiz kalan onlardır.
Uyuşturucu krizine sokak ortasında yakalanmak istemiyorsak, hızla artan kamu borcunun nedenini bir daha düşünmek gerekiyor. Çünkü hem oy veriyoruz hem de krize girip, daha da fakirleşiyoruz.
Hakan Özyıldız - 10.02.2010