Sosyal devlet ve Kore Gazisi Muharrem Topçu olayı
Kore Gazisi Muharrem Topçu, Milas - Bodrum yolunda terk edilmiş bir restoranda bekçilik yapıyormuş. Doktorlar soğuk ve besin yetersizliğinden ölmüş olabileceğini ifade etmişler.
Benim babamda bir Kore Gazisi. Topçu ileri gözcüsü olarak fiilen savaşmış. Bu nedenle olsa gerek, haberi okuyunca önce inanmak istemedim. Bizim gazete yetmedi, diğerlerine de baktım.
Üzüldüm.
Sıkıldım.
Dahası, utandım.
İkinci gün olayla ilgili olarak, ilginç bir gelişme yaşandı. Ölen kişinin kimliği tartışılmaya başlandı.
Düşünsenize, G 20 üyesi ve AB’ye aday üye olan bu ülkede devlet, kime para ödediğini bilmiyor. Hangi profesörün terör örgütü üyesi olduğunu tahmin edebilen devletin kurumları; kimin Kore gazisi olduğunu, gazilerin nerede ve hangi şartlarda yaşadıklarını bilemiyor. Ölenin kimliğini yakınlarına soruyor.
SOSYAL DEVLET VAR MI?
Bu olay devletin sosyal yardıma yönelik kurumsallaşmasının bir göstergesi. Yaşanan deneyimler sosyal devleti seçmenlere ulufe dağıtmak olayına indirgemiştir. Yeşil kartların kimlere verileceğini hükümetteki partinin ilçe başkanı ile kaymakam beraber belirler. Bunu yaparken partililer devlete yardım ettiklerini ileri sürerler.
Bu doğru bir yaklaşım değildir. Sosyal devletin ilk ihtiyacı olan şey vatandaşlarını tanımaktır. Bu amaca yönelik olarak, onları kayıt altına almalı, izlemeli ve gerekince yanında olmalıdır. Bunun için iki temel sorunu var. Öncelikle tüm vatandaşlar kayıt altına alınmalı. Ama sadece adres olarak değil. Aynı zamanda ekonomik faaliyeti ve gelirleri açısından da. Çünkü vatandaşının gerçek gelirini bilmeyince sosyal yardımların kimlere dağıtılacağına ilişkin kararları partililer, dernekler, cemaatler, tarikatlar yapmaya başlar.
Doğal olarak, bu tür örgütlenmelerin hangilerinin yurtsever, hangilerinin cumhuriyet düşmanı olduğunu takip etmek her zaman kolay değildir. Çünkü genellikle bu tür hastalıklı yapılanmalar faaliyetlerini kayıt dışılıkla finanse etmektedirler. Bir çoğu topladıkları KDV’yi bile devlete ödemeyen ticari faaliyetler içerisindeler.
ÖRGÜTLENME GEREĞİ
Devletin ikinci acil sorunu, bağımsız bir sosyal yardım kurumuna olan ihtiyaçtır.
Hazırlıkları 1994’ten beri devam eden sosyal güvenlik reformu çalışmalarında teknisyenler hükümetlere dört kanun taslağı sundular:
Emeklilik sigortası kanunu, genel sağlık sigortası sisteminin oluşturulmasına ilişkin kanun, kurumsal yapının oluşturulmasına ilişkin kanun ve gündeme gelmeyen dördüncü taslak. Son taslak, dağınık bir halde yürütülen sosyal yardımların merkezi olarak izlenebildiği, nesnel yararlanma ölçütlerine dayalı bir sosyal yardımlar sisteminin oluşturulması ve halen sosyal güvenlik kurumları tarafından sürdürülen primsiz ödemelerin toplulaştırılmasına ilişkindi.
YASA TASLAĞI HAZIR
Bu tasarılardan ilk üçü yasalaştı. Şimdi üzerinde tartışmalar olsa da Türkiye’de emeklilik ve sağlık sistemi ile sosyal güvenlikle ilgili kurumsal yapılanma önemli değişikliklere uğradı.
Ancak sosyal yardımlar sistemini değiştiren taslak TBMM’ye bile sunulmadı. Daha da ilginç olanı ise, muhalefete bu taslağın önemi belirtildiği halde, onlar da “mezarda eneklilik” tartışmasının kuyruğuna takıldılar ve böylesine etkin konuyu yeteri kadar önemsemediler.
Gündeme gelmeyen taslakta, öncelikle devlettin ve gönüllü kuruluşların dağınık yapıdaki sosyal yardımları toplulaştırılıyordu. Daha da önemlisi sosyal yardımlardan yararlanabilmek için Gelir Testine dayalı olarak yararlanma kriterleri getiriliyordu. Buna bağlı olarak yardımların miktarı objektif olarak belirlenmesi amaç ediniliyordu.
Konunun uzmanlarına göre, ülkemizde sosyal yardımlarda yaşanan ana sorun finansman değil, kurumsal yetersizlik. Bu bağlamda, sosyal devlet olma iddiasındaki bir ülkede sosyal yardımları kayıt altına alınmalı ve merkezi bir kurum kurma hazırlıklarına ivedilikle başlanmalıdır.
Çok uzun uğraşılara da gerek yok. Nasıl olsa daha önce hazırlanan kanun taslakları Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tozlu raflarında duruyor.
Hakan Özyıldız - 11.11.2009